SEZGİ KABİLİYETİNİ GELİŞTİRME
Güncelleme tarihi: 17 Ağu

Sezgi, bioenerji konusunun belki en önemli başlığıdır. Insanın kendi ruhuyla irtibatı dolayısıyla ortaya çıkar ve ruhuna, iç dünyasında olup bitenlere odaklanmakla keskinlik kazanır. Hayat ne kadar yavaş, ağırdan akarsa sezgi gücü kendini o kadar hissettirir. Zira ‘ruh’ hayatımızın her alanında, her noktasındadır. Hayat duyula duyula yaşandıkça ruh da kendini iyiden iyiye hissettirir. Ruhun varlığının hissedilmesi vicdan mekanizmasının işlerlik kazanmasıyla, duyguların yerinde kullanımının artmasıyla, bütün varlığa duyulan sevgi, saygı ve şefkat hislerinin zirve noktada duyumlanmasıyla artar. İşte bu noktada varlık içinde sıradan bir varlık olarak görmeye başlar insan kendini. Yaratılmışlardan sadece bir fert olarak görür ve bütün mahlukata karşı müthiş bir saygı ve sevgi hissiyle dolar ve taşar. Bununla birlikte düşüncelerinin, hislerinin, duygularının, sözlerinin ve eylemlerinin sorumluluğu ile tir tir titremeye başlar. Zira artık varlık içinde muazzam bir denge olduğunu, kendisinin de bu denge içinde bir yere sahip olduğunu bilir ve bu denge içinde meydana gelebilecek herhangi bir dengesizliğin kendinden sadır olabilecek olumsuz düşünce, söz ve eylemlerden meydana gelmesinden dolayı ürperti duyar. Buna isterseniz vicdan mekanizmasının işlerlerlik kazanmasıyla dışa vuran sorumluluk hissi de diyebiliriz.
Yaratıcının sizin hakkınızdaki planlarını düşünmek de sezgi gücünü artıran bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne demek bu? Ben benden aşkın olan ve neredeyse hiçbir iletişim mekanizmasının bulunmadığı ve dolayısıyla kendisine bir soru dahi soramadığım bir yaratıcıdan benim hakkımdaki planlarını nasıl bilebilirim? Diye düşünebilirsiniz. Haklısınız da. Ama anladığım kadarıyla bu konuda sistem genelde şu şekilde işliyor: İnsanın mahiyetine kendisinin dahi bilmediği ama öğrenmesi için bir sorumluluk olarak duran sayısız diyebileceğimiz kabiliyetler verilmiştir. Her insan bir auraya sahiptir ve insanın o anda sahip olduğu aura rengi onun bulunduğu andaki kabiliyetlerini, yeteneklerini ve eğilimlerini gösteren bir işaret gibidir. Diğer taraftan vicdan mekanizması, geçmişte yaşanmış olaylar, hadiselerin dili insana pek çok anlatır. Eğer insan bütün bu sorgulamaları/araştırmaları yapar ve tarafsız bir gözlemle yola çıkarsa aradığı cevabı vicdanında bulacaktır. Böylece kendi ‘fıtratıyla’ çelişmeden, kabiliyetlerini yerinde kullanarak dolayısıyla depresyon gibi rahatsızlıklara maruz kalmadan yaşamını sürdürecektir. Bu durum ‘mutluluk’ dediğimiz kavramın kilit taşıdır diyelibilirim. Hadi o zaman aura rengimizi öğrenelim.
Çakralar bölümünde uzun uzun anlatacağım ama burada da değinmeden geçemeyeceğim. İnsanın maddi kalbinin içine derc edilmiş manevi bir kalp vardır. Bu kalbe, tasavvuf erbabı sırr-ul esrar demişlerdir. Burası o kadar değerli ve dokunulmazdır ki, bütün insanlık kalbinde taşıdığı bu ‘değer’den ötürü dokunulmazdır. İnsan bu ‘kalp’ ile ne kadar irtibata geçebilirse sezgilerini keskinleştirmede o kadar başarılı olacak demektir.
Ruhsal konulara duyulan ilgi ve bu alanda yapılacak okumalar, sağlam kaynaklardan beslenmeler de sezgi gücümüzü artıracak bir diğer unsurdur. Bizlere tefekkür etme kapısını açan müzikler—ney dinletisi, bazı klasik müzik türleri vb.—kutsal mekanları ziyaret, büyüklere gösterilecek hürmet ve onlara karşı ‘ihsan’ duygusuyla yapılacak yardımlar, destekler, bazılarımız için dua, bazılarımız için meditasyon gibi uygulamalar bizlere katma değer olarak geri dönecektir.
Ruhumuza kadim hakikatlerden bakmayı öğrenmeliyiz. Ne demek bu? Ruh hakkında ne biliyoruz? Vicdan mekanizması nasıl çalışır? Şefkatle ruhun nasıl bir ilişkisi vardır. Diğerlerine saygılı olmanın, tabiata, doğaya ve içindeki her şeye elimizden geldiğince müdahale etmemenin ruhla nasıl bir ilişkisi vardır? Bu hisleri tattıran ve hissettiğimiz gibi eyleme geçmemizi sağlayan şey nedir? Kutsal metinler mi? Gözleri ve kalpleri manaya açık olan, hayatlarında herhangi bir yanlışlık bulunmayan insanların bizlere anlattıkları mı? Her ne olursa olsun ‘hakikatler’ orada durmakta ve bizlerin kendileriyle meşgul olmamızı beklemektedirler. Onlarla meşguliyet oranı arttıkça, zihnimizde bir bütün olarak dengli bir ‘ruh’, ‘sezgi’ kavramları ve bunlar arasındaki ilişki durumu belirecektir. Ne kadar süreceğini bilmek elbette mümkün değil ama bir zaman sonra olaylara farklı bir pencereden bakma imkanı yakalayacağız.
Hiç kimsenin sıkıntı çekmesini istemeyiz. Keşke herkes günlük gülistanlık bir dünyada cennet hayatı yaşasalar. Ama ‘irade’ ve ‘nefs’ gibi kavramların olduğu bir dünyada bunun gerçekleşmesi mümkün değil. Said Nursi de bu konuda: ‘Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar.’ der. Fıtratı iyi okuyan insan hastalıklara bir ‘vazife’ verir. Hastalıkların insanlar için bir saflaşma, özüne ulaşma fırsatı olduğunu salıklar. Ne de güzel eder. Her zaman dediğim gibi: ‘Hastalıklar birer musibet değil, birer mesajcıdırlar.’ Önyargısız olarak getirdikleri zarfın içine bakıp, yazılan şeyi okumak ve iyi anlamak gerekir. Mesela bütün fiziksel hastalıkların kökeninde duygusal ve ruhsal stres vardır. Belirli bazı duygusal ve ruhsal bunalımlar bedenin belli bazı bölgelerine karşılık gelmektedir. Kalp rahatsızlığı olanlar mahremiyet ve sevgiyi hayatlarından uzaklaştırmışlardır—çıkarmışlardır demek istemiyorum. Kanserli olanların geçmişle ilgili çözülmemiş bağlantıları, yarım kalmış işleri ve duygusal meseleleri vardır. Kan hastalığı sorunu olanlar sıklıkla aileleriyle derine yerleşmiş sorunlar yaşamışlardır, der Caroline Myss hanımefendi Anatomy of the Spirit kitabında.
Enerji sistemimizin anatomisini de anlamak gerekir. Bedenimizi tanımak bizi bir takım rahatsızlıklardan korurken enerji anatomimizi anlamak da aslında konuyu kökünden halleder. Zira enerji anatomisinde bir tıkanıklık ya da çöküntü meydana geldiğinde bu durum beraberinde fiziksel rahatsızlıkları getirecektir. Enerji yapınızı keşf etmek bir görev olarak karşınızda durmaktadır.
Son olarak sessizliği dinlemek, özellikle iç sesi dinleyip insanın içindeki gürültü, patırtıya kulak vermesi çok önemlidir. Bilinçaltı alemden gelen çığlıkları, heyulaları, serzenişleri ve şikayetleri anne şefkatiyle dinlemek, onları sahiplenmeden, onlardan korkmadan onlara bakmak ve bu arada onlara sahip çıkıldığında meydana gelebilecek felaketleri düşünüp daha da teyakkuza geçip her ânın içine girerek saniyeleri tespih taneleri gibi parmaklarının ucunda hissetmek insana ayrı bir farkındalık, derinlik ve rikkat kazandırır. Rikkat zaten kelime anlamı itibariyle incelik, naziklik, acıma duygusu, sevecenlik demektir. E bizim de son tahlilde arzu ettiğimiz nokta bu zaten. Bir cüvercini avucunun içinde tutma rikkatiyle yaşama. Kaçırır mıyım yoksa ölümüne sebep mi olurum duygusu. Allah'ım ne ince bir nokta. Kalbini bu kadar incelten bir insanın yeryüzünde insanlar içinde gezen meleklerden farkı kalmamış demektir. Böyle insanlar her türlü zıtlıklardan uzak yaşar. Tenakuzun binbir çehresinden kurtulur ve tek yüzlü olarak yaşamlarını sürdürürler.
Konunun bir de görsel dağınıklık kısmı var. Özellikle sosyal medya öylesine pervasızca yatak odalarımıza kadar giriyor ki, girdiği evde maalesef bireysel ve ailevi dağınıklıktan kurtulamıyoruz. O zaman bize bir görev daha düşüyor. Elimizde ve evimizde bizleri farklı dünyalara taşıma potansiyeli olan cihazları bizi dağıtan değil de bizi toparlayan formatta kullanıma sokmak. Hadi o zaman iç sesimizi susturup, elimizdeki teknolojiği sezgilerimizi hassaslaştıracak işlerde kullanmaya başlayalım.
Yukarıda sayılan bütün hususlar bolca Pratik edilerek SEZGİ gücümüzü keskinleştirecektir. Alacağımız kararlardaki isabet oranı artacak, daha kim olduğunu dahi bilmeden muhatabınızın ne tür bir rahatsızlığı olduğu konusunda içsel bir bilgi yaşayacaksınız.
Şifa ile kalın
Ramazan Topal
9.8.2023
22.45